İsviçreli psikiyatr ve analitik psikolojinin kurucusu Carl Jung,
“Kendini kontrol edebilen biri, başkalarını kontrol edebilen birinden daha güçlüdür.” demiş.
Nazi kamplarından sağ kurtulan bir düşünür olan Avusturyalı psikiyatrist Viktor Frankl ise şöyle diyor:
“Uyaranla tepki arasında bir boşluk vardır. O boşlukta bizim gücümüz ve özgürlüğümüz yatar.”
Antik Roma’nın en etkili Stoacı filozoflarından biri olan Seneca,
“Öfke, geçici bir deliliktir. Onun esiri olmak istemiyorsan, en başında ona karşı dur.” diyerek uyarır.
Ve mindfulness yani bilinçli farkındalığı, şefkatli yaşam felsefesiyle Batı’ya taşıyan Vietnamlı Zen ustası Thich Nhat Hanh der ki:
“Öfke bir alevdir. Kendini korumazsan, önce sen yanarsın.”
Aslında hepsi aynı şeyi söylüyor.
Farklı yüzyıllardan, farklı coğrafyalardan gelen bu üst bilinçler, bize tek bir şeyi hatırlatıyor:
Gerçek güç, içimizdeki fırtına büyürken bile zarif kalabilmektir.
Hayatla birlikte gelen her şey;
bazen taşıması zor duygularla birlikte gelir.
Ve o duygular yükseldiğinde verdiğimiz tepkiler —
çoğu zaman bir dayanıklılık göstergesi değil,
farkına varmadığımız bir kaçış tepkisidir.
Öfkelendiğimizde bir cümleyle karşı tarafı yakıp yıkmak,
suçluluk hissettiğimizde onu susturarak rahatlamak isteriz.
Bağırmak, çağırmak, terk etmek, acıtmak…
Zor duygularla baş etmek yerine, onları dışarıya fırlatırız.
Öfkelendiğimizde, kelimeler bir silaha dönüşür.
Sesimiz yükselir, bedenimiz gerilir.
Ve o an, içimizdeki dalgayı değil, karşımızdakini bastırmak isteriz.
O yoğun duygular geldiğinde
karşı tarafa haddini bildirmek göğsümüzü kabartır.
Acıtabilen, lafını esirgemeyen olmak
bize sahte bir güç kazandırır.
İncitmek kolaydır.
Zor ama asıl olan;
Hala düşünebilmek.
Hala sorumluluk alabilmek.
Ve lafını sakınmayan, can yakabilen biri olmak
bize güç verdiğini sanırız.
Oysa bu, yalnızca güçsüzlüğümüzü saklayan sahte bir pelerindir.
Çünkü…
Yoğun duygular geldiğinde,
karşı tarafa sınır koymak, sesimizi yükseltmek,
kendimizi güçlü hissettirir.
Ama gerçek güç,
öfkenin tam ortasında hala düşünceli kalabilmek,
hala incelikli konuşabilmek,
hala kendimizi taşıyabilmektir.
Duyguyu fark edip içinde durabilmek,
onu karşımızdakine yöneltmeden sindirebilmek;
yalnızca cesaret değil, olgunluk da ister.
Ve her defasında öfkenin yönünü değiştirebildiğimizde,
içimizde yeni bir kas gelişir:
duygularla birlikte kalabilme kası.
Bu kas geliştirilebilir.
Tıpkı yürümeyi, yazmayı öğrendiğimiz gibi…
Sakin kalmayı da öğrenebiliriz.
Bir çocuğun sahip olabileceği en büyük hediyelerden biri de,
duygularını regüle edebilen bir ebeveyndir.
Şiddetin ve öfkenin yönünü değiştirecek,
yürünebilir başka yollar var.
Umut var.
Yeter ki, o virajları alabilecek niyette ve dirayette olun.
Çünkü dönüşen bir öfke, sadece bizi değil, etrafımızdaki dünyayı da iyileştirir.